Burun Polibi (Nazal Polip) Nedir – Op.Dr.Arzu Tüzüner

Nazal Polip Nedir?
Nazal polipler, burun ve sinüs mukozasından kaynaklanan soluk pembe renkli, gözyaşı şeklinde tüm burun ve sinüs boşluklarını doldurabilen kötü huylu olmayan oluşumlardır. Aspirin duyarlılığı olan vakaların burunda nazal polip varlığı açısından değerlendirilmesi gereklidir.  Nazal polipler burunda anatomik olarak yerleşik konkalar adı verilen yapılan hipertrofisinden farklıdırlar. Toplumda erişkin bireylerin yaklaşık %1-4 ünde, çocukların %0.01 inde nazal polip mevcuttur.
Nazal polipler sinüs ağızlarını tıkamadıkça ve büyük boyutlara ulaşmadıkça genellikle çok belirti vermezler. Fakat sinüs ağızlarını tıkarlarsa bu boşluklarda oluşan mukus sirküle olamaz ve koyulaşarak sinüs içerisinde enfeksiyon ve kist oluşumuna neden olabilir. Ayrıca ileri boyuttaki polipler burun boşluğunu doldurduğunda burun tıkanıklığı koku almada bozukluk, ağızdan nefes almaya bağlı horlama, ağız kuruluğu boğazda yanma, geniz akıntısı gibi belirtilere neden olabilir.

 Nazal Poliplerin Oluşumda Hangi Faktörler Rol Oynar?
Burun poliplerinin oluşumunda allerji, astım, genetik yatkınlık, kronik rinosinüzit ve genetik yatkınlık rol oynamaktadır. Bu faktörler, burun içerisinde kronik bir inflamasyona yol açarak burun mukozasının ödemlenmesine ve içerisinde yoğun sıvı birikimi olan polipoid yapıların oluşmasına neden olurlar. Nazal polipozis, astım ve aspirin aşırı duyarlılığından oluşan ve  ‘ Samter Triadı ‘adı verilen bir sendromun komponenti olup bu hastalarda nazal polip gelişimi daha saldırgan seyreder. Çocuklarda, nazal polip erişkinlere göre çok daha nadir görülen bir durum olup çocuk hastalar kistik fibrosis ve astım açısından incelenmelidir.

Nazal Polipler Nasıl Tedavi Edilir?
Tanı anında burun içerisinde poliplerin yaygınlığı hastanın şikayetleri ve beklentileri, alerjisinin olup olmaması, klinik bulgular ve görüntüleme yöntemleri (paranazal sinus tomografi) tedavinin seçiminde yardımcıdır. Nazal polipler medikal veya cerrahi olarak tedavi edilirler.

  • Medikal Tedavi

Poliplerin büyük çoğunluğu intranazal ve sistemik kortikosteroid tedavisi ile küçülmekte olup burun tıkanıklığında düzelme, koku almada artış, nazal akıntıda azalma gibi yaşam kalitesini artıran bir iyilik hali sağlamaktadırlar. Eğer eşlik eden allerjik nezle, astım varsa lökotrien antagonistleri, antihistaminikler tedavide kullanılan ek ilaçlardır.  Sinüslerde tıkanıklığa bağlı oluşan akut sinüzit ataklarında antibiyotikler ve non-steroid antiinflamatuarlar, dekonjestan ilaçlar tedaviye eklenebilir.

  • Cerrahi Tedavi

Nazal polipler sinus girişlerini tıkadıklarında sinüslerde drenaj bozukluğuna bağlı kronik enfeksiyon ve inflamasyon mevcutsa, nazal boşluğu bütünüyle dolduran ve medikal tedaviye yanıt vermeyen polipler var ise tedavi cerrahidir.  Cerrahi tedavi, endoskopik sinus cerrahisi olarak burun içi yaklaşımla uygulanır. Hastalığın yaygınlığına ve eşlik eden ek bir patoloji bulunup bulunmamasına bağlı olarak sadece nazal poliplerin temizlendiği polipektomi veya genişletilmiş sinus müdahaleleri uygulanabilir.

Bademcik ameliyatarı sonrası nelere dikkat etmek gerekir

Bademcik ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?
Bademcik ameliyatı sonrası hastalar hastanede bir süre takip edilir. Anestezi etkisi geçene kadar bir şeyler yiyip içmek yasaktır. Yeme içmenin başlayacağı zamanı doktorunuz veya hemşireniz size söyleyecektir. Cerrahi sonrası genelde tonsil diyeti olarak bilinen özel bir beslenme türü verilir.

Cerrahi sonrası tekrar kanama görülebilir. Primer (ilk 24 saatte olan kanama) veya sekonder kanama ise ( birinci günden sonra) oluşabilir. Ağızdan kan gelmesi veya kan kusma durumunda hemen doktorunuza başvurmanız gerekir.

Cerrahi sonrası ağrı en sık gözlenen sıkıntıdır. Ağrı yutma sırasında veya kulağa vuran karakterde olabilir. Bu da  da basit ağrı kesiciler içeren tedavilerle kontrol altına alınabilirse de bazen sık ve kuvvetli ağrı kesiciler gerekebilir. Tam iyileşme için genelde 2 hafta gerekmektedir. İyileşme döneminde doktorunuzun uygun göreceği sürece istirahat etmek ve sportif-yorucu faaliyetlerden kaçınmak gerekir.  2 hafta boyunca azalan şekilde ağrı en sık komplikasyonudur. Bunun dışında ağrıya bağlı yutma zorluğu, ses tonunda değişiklikler gözlenebilmektedir.

Ani gelişen orta kulak iltihabı (Akut Otitis Media) nedir?

Akut otitis media poliklinikte sıkça karşılaşılan bir hastalıktır. Özellikle çocuklarda antibiyotik reçetelenmesinin en sık nedenlerinden biridir. Ateşi olan çocuk hastada ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken hastalıklardan biridir.
Hastalık orta kulakta iltihap birikimi ile karakterizedir. Orta kulak dediğimiz yer kulak zarı ile iç kulak arasında kalan boşluktur.

Hastalığın gelişmesinde en önemli nedenlerden biri östaki tüpü adını verdiğimiz orta kulakla geniz arasında irtibatı sağlayan tüpün görevini yerine getirememesidir. Üst solunum yolu enfeksiyonları, alerji, bağışıklık sisteminin zayıflaması, anatomik bozukluklar ve genetik yatkınlık bu tüpün çalışmasını bozan nedenler arasındadır. Kalabalık ortamlarda bulunma ve çocukların sigara dumanına maruz kalması hastalığa yakalanma ihtimalini arttıran diğer faktörler arasındadır.


Orta kulak ve östaki tüpünün anatomik görünümü

Üst solunum yolu sıklığının arttığı sonbahar ve kış aylarında hastalığın görülme oranı artmaktadır.
Hastalık her yaşta görülebilmesine rağmen çocukluk döneminde daha sık rastlanır. Çocukların %80’inden fazlası 3 yaşına gelene kadar en az bir kez orta kulak iltihabı atağı geçirmektedir. Bunun nedeni çocuklarda östaki tüpünün hem gelişimini tamamlamış olması hem de anatomik özellikleri nedeniyle mikropların genizden orta kulağa daha kolay geçebilmesidir.
Hastada en sık görülen şikayetler arasında kulak ağrısı, ateş, kulak akıntısı, iştahsızlık ve huzursuzluk görülebilir. Kulakta dolgunluk ve işitme kaybı diğer şikayetler arasındadır. Tanı koymada hastanın şikayetleri ve kulak muayenesi genellikle yeterli olur. Muayenede kulak zarında kızarıklık veya matlık, bombeleşme ve zar hareketlerinde azalma görülür. Kulak zarı testi tanının kesinleştirilmesi ve diğer hastalıklardan ayrımda yardımcı bir testtir. Kan tahlilleri ve tomografi, MR gibi görüntüleme yöntemleri ancak hastalık ilerleyip ciddileştiğinde gereklidir.


Orta kulak iltihabının muayane esnasındaki görünümü

Hastalık tedavi edilmediği takdirde ciddi tehlikelerle karşılaşma ihtimali mevcuttur. Bu tehlikeler arasında iltihap bazen yüz sinirine yayılıp yüz felci, beyin zarlarına yayılıp menenjit, iç kulağa yayılıp baş dönmesi ve beyine yayılıp beyin apsesi sayılabilir. İki yaşın altındaki bebeklerde ve yenidoğanlarda da hastalık çabuk ilerleyebileceği için tedavi verilmesinin yanı sıra hastalar yakın takip edilmelidir.
Tedavide genellikle ağızdan alınan antibiyotik ve ağrı kesici-ateş düşürücü ilaçlar yeterlidir. Genellikle 10 günlük antibiyotik tedavisi yeterlidir. Ancak komplikasyon adını verdiğimiz ciddi durumların gelişmesi durumunda kulak zarına çizik atmak veya tüp takmak suretiyle orta kulaktaki iltihabın hemen boşaltılması gerekebilmektedir. Ayrıca bu gibi durumların gelişmesi halinde antibiyotik tedavisi iğne yoluyla verilmelidir.
Sık sık orta kulak iltihabı geçiren çocukları 2 hafta sonra, böyle bir hikayesi olmayan çocuklarda ise 1 ay sonra kontrole çağırmak yeterlidir. Büyük çocuklarda ve erişkinlerde tedavi sonrası hastada sıkıntı yoksa kontrol gerekmeyebilir.
Grip aşıları ve gripli insanlardan uzak durmak hastalığa yakalanmayı önlemek açısından faydalı olabilir.

Alerjenler ve Alerji Testleri

Alerjenler nelerdir?
Genel olarak sık rastlanan alerjenler şu şekilde sıralanabilir.

Polenler (Çayır-çimen, ağaç, yabani ot) rüzgarla taşınarak ağız, burun ve göz yoluyla vücuda girebilirler. Coğrafi yaşam alanı semptomların ortaya çıkma zamanı ve süresinde doğrudan belirleyicidir. Çok küçük polenler alt hava yollarına kadar ulaşabilirler. Çayır çimen polenleri astım ve alerjinin dünyadaki en sık sebeplerinden biridir. Genellikle polenler öğleden sonraları havada daha yoğun konsantrasyonda bulunurlar. Batı’da Mayıs-Temmuz aylarında daha sık görülürler.

Mantarlarhava yolu ile seyahat ederler ve genellikle banyo gibi sıcak ve nemli ortamlarda bulunurlar. Aspergillus ve Penicillium türleri daha çok iç ortamlarda bulunup yıl boyu alerjiye sebep olurlarken, Alternaria ismi verilen dış ortam mantarları ise sıklıkla sıcak havalarda alerjiye neden olmakla birlikte astımlı hastalarda ölüme yol açan reaksiyonlara sebep olabilirler.

Ev tozu akarları0.33 mm büyüklüğünde çıplak gözle görülemeyen milimetrik canlılardır. İnsan deri artıkları ile beslenirler ve dışkılarının solunum yollarımıza ulaşmasıyla, duyarlı bireylerde alerjik reaksiyonlara neden olurlar. Yıl boyu alerjinin sebebidirler. Yastıklarınızda, yatağınızda, halınızda, koltuğunuzda, çocuğunuzun oyuncak ayısında mutlu mesut yaşarlar. Mantarlar gibi sıcak nemli havaları severler. En sık görülen türleri D. Pterynissinus ve D. Farinae’dır.

Hayvanların deri artıkları, tükürük, idrar ve tüyleri sıklıkla alerjiye neden olurlar. Kedilerin en çok tükürükleri alerjenik özelliktedir. Erkek kedilerin idrarı da oldukça güçlü bir alerjendir. Kedi evden uzaklaşsa bile, evde 6-9 ay varlığını sürdürebilen inatçı alerjenlerdir. Köpeklerde kepek, tükürük ve idrar alerjenik olabilir. Bu yüzden tüysüz kopekler dahi alerjik yanıt oluşturabilirler.

Hamamböcekleri ciddi alerji şikâyetlerine de sebep olabilirler. Profesyonel olarak evden kovulduklarında alerjiden büyük bir oranda korunmak mümkündür fakat alerjenler yine de aylarca evde kalabilirler.

Alerji testleri nelerdir?

Genel olarak iki tip cilt alerji testi yapılmaktadır.

Prick testi cildin üst tabakasına alerjen içeren sıvının damlatılması sonrası çok ince (korkmaya hiç gerek olmayacak kadar çok ince) uçlu lansetlerin batırılmasıyla yapılır. Son zamanlarda birden fazla alerjenin aynı anda test edilmesini sağlayan aplikatörlerin kullanılmaya başlanmasıyla daha kısa sürede, kolay ve acısız olarak yapılmaktadırlar.

Intradermal yani cilt içi testte ise alerjenin çok az bir miktarı (0.01-0.02 mL)  cildin dermis denilen alt tabakasına iğne ile verilir. Daha ağrılı fakat çok daha duyarlı testlerdir.
Bu testlerde ayni zamanda sistemik reaksiyon dediğimiz büyük çaplı alerjik cevabın oluşma riski daha yüksektir. Bu yüzden tavsiye edilen klinik uygulama öncelikle nispeten daha az riskli olan prick testinin yapılması; eğer yanıt negatif gelir ve klinik şüphe devam ederse, yanlış negatif yanıtı elemek için cilt içi testin yapılması şeklinde olmalıdır.  Cilt testi öncesinde alerji ilaçları başta olmak üzere bazı ilaçların kesilmesi gereklidir. Test sonuçlarının yanlış çıkmasına sebep olacaklardır.
Cilt testleri alerji teşhisinde hızlı, güvenilir ve pratik birer tanı aracıdırlar. Ancak pozitif sonuçlanan bir test her zaman sizde alerji olduğunun göstergesi değildir. Klinik semptomların da eşlik ediyor olması gerekmektedir.

Spesifik IgE analizi: Araştırılan alerjene spesifik antikorların alınan kanda bakılmasıdır.
Cilt testlerine göre acısız bir yöntem olmasına rağmen duyarlılığı daha azdır ve daha pahalıdır.

Total serum IgE analizi: yüksekliği genel olarak alerjik hastalıklarla birlikte olmasına rağmen, bazı enfeksiyonlarda, kanserlerde, bağışıklık yetmezliklerinde, cilt hastalıklarında da görülebilir. Testler her zaman kesin sonuç vermeyebilir. Alerji semptomlarınız olduğu halde testleriniz negatif gelebilir ya da testiniz hiçbir şikayetiniz olmamasına rağmen pozitif gelebilir.

Ağız kokusu (Halitozis) nedir?

İnsan nefesi kötü kokuya sebep olabilen birçok maddeleri barındırabilir. Ağız kokusu hem erkekler hem kadınlar arasında sıkça görülebilmektedir. Bu durum kişilerin sosyal yaşantılarını olumsuz etkileyebilmektedir.
Halitozis, ağız veya ağız dışı olsun, kaynağına bakılmaksızın hoş olmayan nefes kokusunu tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir.

Ağız kokusu ne sıklıkla görülür?
Ağız kokusu toplumun yaklaşık %50’sini etkilemektedir. Çocukların da toplumlara göre %5 ila %75’ini etkilemektedir.

Ağız kokusu sebepleri nelerdir?
Halitozis  %90 ağız boşluğu kaynaklıdır.
%9 olarak,

  • Solunum sistemi
  • Sindirim sistemi
  • Boşaltım sistemi kaynaklıdır.

%1 olarak ise yeme alışkanlığı ve kullanılan ilaçlarla ilgilidir.

Ağız kokusu neden oluşur?
Ağız kokusu nefesimizdeki uçucu gazlardan kaynaklanır. Bu gazlar başlıca sülfür bileşenleri, aromatik karbonlar, nitrojen kökenli bileşenler, aminler, yağ asitleri, alkol, keton ve fenil guruplarıdır. Bunların içerisinde sülfür bileşenleri ilk sırada yer almaktadır ve ağzımızdaki bakteriler tarafından üretilmektedirler. Ketonlar ise daha çok akciğer kaynaklı kokunun sebebidirler.

Ağız boşluğu kaynaklı halitozis nedenleri nelerdir?
Ağız kokusunun %90 sebebi ağız boşluğu kaynaklıdır. Ağzımızda ısı ve nem dolayısıyla bakteriler kolayca çoğalabilirler.  Yaklaşık 500 adet farklı bakteri ağzımızda yaşamaktadır. Bunların birçoğu kötü kokuya sebebiyet veren maddeler üretmektedir.  Daha çok dil yüzeyinde, diş ve dişetlerinde barınmaktadırlar. Organik maddeleri yukarıda bahsettiğimiz uçucu gazlara dönüştürmektedirler.
Kötü ağız hijyeni, yemek artıkları ve diş plakları bir müddet sonra diş ve diş eti hastalıklarına neden olmakta ve ağız kokusu gitgide şiddetlenmektedir. Bu durum kısır-döngü içerisinde devam edebilmektedir.
Tedavi edilmeyen diş çürükleri ve neden oldukları oyuklar yeni yemek artıkları için ortam oluşturmakta ve bakteriler buralarda çok hızlı çoğalabilmektedir.
Ağız hijyenimizin korunmasında tükrük çok önemli bir yere sahiptir. Tükürüğün azalmasına sebep olan faktörler halitozise neden olabilmektedir. Antidepresan ilaçlar, tansiyon ilaçları, psikotik ilaçlar  ağız kuruluğuna sebep olabilmektedir.
Ağız kuruluğu bazen yaşla birlikte artabilmekte bazen de hastalık olarak –xerostomi- karşımıza çıkabilmektedir. Bu durumda suni tükürük ürünleri kullanılabilir.

Ağız kuruluğuna sebep olan hastalıklar başlıca,

  • Tükrük bezi hastalıkları,
  • Otoimmun hastalıklar ( Romatoid Artrit, Sjögren sendromu, Sistemik Lupus Eritematozus, Skleroderma ),
  • Diabetes Mellitus ( Şeker Hastalığı),
  • Hepatitler,
  • Vitamin Eksiklikleri ( A vit, B12, C vit.),
  • Menopoz,
  • Emosyonel stres olarak sıralanabilir.

Ağız içinde biriken yemek artıkları ve diş plakları zaman içerisinde bakteri yuvası haline gelip, ağız hijyenini bozmakta ve kötü kokuya neden olmaktadır.

Ağız dışı kaynaklı halitozis nedenleri nelerdir?
Halitozis  %8 oranında ağız dışı kaynaklıdır. Burun ve sinüsler en önemli sebepler arasındadır.Burun tıkanıklığı olan kişiler, burunda polip yada alerjik rinit nedeniyle burun akıntısı olanlar ağız solunumunu sıklıkla tercih ettiklerinden ağızda kuruma oluşmakta ve oral hijyen bozularak halitozise yol açmaktadır.
Paranazal sinüs hastalıkları, sinüslerde inflamasyon, infeksiyon ve artmış mukus sekresyonu ile halitozise sebep olabilirler.Burunda, geniz ve gırtlak bölgesindeki yabancı cisimler, ikincil infeksiyonlara ve nefeste kötü kokuya yol açarlar.
Halitozis, solunum sistemi, sindirim sistemi, hematolojik ya da endokrin kaynaklı olabilir.
Solunum sistemi kökenli kaynaklar içerisinde,

  • Sinüzit
  • Yarık damak
  • Burun ya da akciğerdeki yabancı cisimler
  • Tümöral oluşumlar
  • Bademcik iltihabı
  • Bademcik taşı
  • Bronşit sayılabilir.

Sindirim sistemi kökenli kaynaklar içerisinde,

  • Pasaj boyunca tıkayıcı oluşumlar (pilor stenozu, duodenal obstruksiyon vb.)
  • Farengeal boşluklardaki yemek artıkları birikimi
  • Zenker divertikulumu
  • Midenin fıtıklaşması (hiatal herni),
  • Reflü
  • Akalazya (yemek borusunun peristaltizm bozukluğu)
  • Malabsorbsiyon (hazım) sendromları sayılabilir.

Ayrıca,

  • Karaciğer yetmezliği,
  • Böbrek yetmezliği,
  • Lösemiler,
  • Diyabetik ketoasidoz ve
  • Menstruasyon da halitozise neden olabilir.

Diğer ağız kokusu nedenleri nelerdir?
Sarımsak, soğan, baharatlı yiyecekler geçici halitozis nedenleri arasındadır.

  • Alkol
  • Tütün
  • Uçucu gaz solunması
  • Kloral hidrat
  • Nitrit ve nitratlar
  • Disulfiram
  • Amfetamin
  • Fenotiazinler de halitozise neden olurlar.

Ağız kokusu günlük yaşantımızı nasıl etkiler?
Ağız kokusu sosyal yaşamı olumsuz etkilemektedir. Bazı insanlar ağızlarının kokusundan habersiz olabilmektedirler. Dolayısıyla çevresindeki insanlar daha da olumsuz etkilenebilmektedir.

Ağız kokusu nasıl tedavi edilir?
Ağız kokusu nedeni anlaşıldığı takdirde tedavi edilebilir. Bu nedenle ağız kokusunun kaynağını bulmak çok önemlidir. Birçok vaka ağız boşluğu kökenli olsa da diğer nedenler de atlanmamalıdır.
Ağız boşluğu kökenli halitozisde,

  • Ağzımızdaki bakterileri azaltmaya yönelik adımlar atılmalıdır. Diş ve dişeti tedavisi ilk adımdır.
  • Antiseptik gargaralar gayet faydalıdır. Klorheksidin değerli bir antiseptik ajandır. Ancak uzun süre kullanımı diş ve mukozal yüzeylerde lekelenmelere neden olabilmektedir.
  • Oral hijyen ağız kokusu kontrolünde çok önemlidir.
  • Düzenli diş fırçalanması, diş ipi kullanımı, dişlerin arasının temiz tutulması çok önemlidir.
  • Dil yüzeyinin temiz tutulması da çok kritik öneme sahiptir. Dil yüzeyi temiz tutulmadığı vakit bakteri yuvası haline gelebilmektedir.
  • Dil yüzeyinde yapısal yarıklar bulunduğu vakit bakteri kümelenmesi daha da artmaktadır.  Bir araştırmada uygun dil temizliği ile ağız kokusunun %40 azaldığı gösterilmiştir.
  • Ağız içi protezlerin temizliği çok önemlidir. Diş dolgularının alt yüzeyinin çürük olmadığından emin olunmalıdır.
  • Bazen dolguların arasına yemek artığı kaçabilmekte ve halitozise neden olabilmektedir.

Halitozisin ağız boşluğu dışı kaynaklı olduğu solunum sistemi, sindirim sitemi, boşaltım sistemi, karaciğer yetmezliği, böbrek yetmezliği kökenli durumlarda ilgili uzmandan konsultasyon istenmelidir.
Halitozisin sebebi anlaşılamadığında tedavi başarısız olabilmekte ve kişilerin sosyal yaşamı olumsuz etkilenebilmektedir

işitme kayıplarında kullanılan ve  nereden  kaynaklandığı konusunda yol gösteren bir incelemedir , ofisimizde yapılmaktadır.

Mineral vitamin ve doku uyarıcı maddelerle zenginleştirilmiş içeriklerin yüzün bölümlerine uygulanmasıdır. yaşlanmayı geciktirici ve daha iyi bir görünüm sağlanması amaçlanır

iç kulak kristallerinin yer değiştirmesine bağlı şiddetli baş dönmesi rahatsızlıklarında  erken dönemde medikal tedavi ile birlikte , bir takım manevralarla içi kulak kristallerini olması gerektiği bölüme dönmesini sağlıyoruz.

BPPV tanısı konulan hastalara tedavi olarak uygulanan, kristal birikimlerinin hangi kanalda olduğuna göre değişen manevralardır.
Epley manevrası bu manevralardan en sık uygulanan manevra olup, arka kanal ve ön kanal kristallerinde başarı oranı yüksektir. Ofis şartlarında uygulanabilen, hastanın sedyeye başıboşa gelecek şekilde yatmasını ile başlar. Hastaya önce denge testi olan Hallpike testi yaptırılır. Bu test esnasında hasta sedyede yatar pozisyona getirilip boşta olan baş 45 derece sağa veya sola çevrilir 45 derece arkaya yatırılır ve gözdeki titreşim yani nistagmus araştırılır. Sağda veya solda hangi tarafta nistagmus yakalanır ise o taraf hasta olduğu düşünülerek epley manevrasına geçilir. Başın gözdeki titreşim yatan tarafına yatmakta iken hastanın başı 45 derece karşı tarafa bakacak şekilde çevrilir ve yaklaşık 2 dakika kadar bu pozisyona beklenir. Daha sonra baş tekrar 45 derece aşağı bakacak şekilde çevrilip beklenir ve ardından hasta yavaşça kaldırılarak karşıya bakması sağlanır ve dinlenmesi için zaman verilir. Bu şekilde arka kanal BPPV tanı tedavisi tek uygulamada tamamlanmış olur. Manevraların KBB hekimlerince uygulanması ile başarısı yüksek tedavi protokolleridir.

 

 

faydalı olamayacağımızı düşündüğümüz konularda veya ilgi alanımız dışındaki rahatsızlıklarda bu sorunlarla ilgili deneyimli  ve/veya daha büyük merkezlerde çalışan yetkin arkadaşlarımıza ulaşmanıza yardımcı olabiliriz..

Doktor olmamıza rağmen zaman zaman hasta yakını olarak nerede  ve kime yakınımı emanet etmeliyim konusunda tereddüt yaşıyoruz , belki sizlere  göre daha içinden bakabildiğim için dünyanın her yerinde DOKTOR faktörünün tek seçenek olduğunu diğerlerinin ayrıntı  olduğunu anlayabildiğimiz  için, ne kadar  çok para o kadar iyi sonuç olamayacağını bildiğimiz için elimizden geldiği ve fikrimiz olduğunca sadece hastalarımıza  yönelik ve  tabiî ki seçici olarak verebileceğimiz bir danışmanlık hizmeti verebiliriz .

Belki bunu profesyonel olarak  düşünebilirsiniz  🙂

Siz hangi sorun nedeniyle  ve /veya hangi ameliyat için öneri istediğinizi belirteceksiniz , burada  önemli olan hastalığınızın teşhisi ilgili uzman tarafından  düzgün bir şekilde konmuş olacak  (böbrek taşım var kırılması gerekli ,kulak çınlamam tahammül edilmez ameliyat olmak istiyorum,diz protezi ameliyatı olmak zorundayım , dişime kanal tedavisi gerekiyor  , vb)

Yada siz ne istediğinizi doğru şekilde biliyor olacaksınız ( işitme aleti almak istiyorum, ortodontik tedaviye ihtiyacım var, uyku testi yaptırmalıyım, psikiyatri doktoru, gastroenterolog  istiyorum   )

Gerçekten yardımcı olabileceğimizi hissettiğimiz ve uygun olduğunu düşündüğümüzde bir  şekilde sizinle iletişimi sağlıyacağız , ancak şimdilik her soruna uygun bir eşleşme  bulamayacağımız için bazı cevaplarımızın yardımcı olamayacağız şeklinde olacağını şimdiden anlayışla karşılamalısınız 🙂

Hastaneler ve klinikler içinde bilgimiz dahilinde  kısmen yardımcı olabiliriz.

Pek tabiî  bizim iyi olduğumuzu düşündüğümüz konularda isimler şimdiden belli , onlara  bizden başka  öneri beklemeyin 🙂

Burun eti (Konka) hastalıkları

Konka (Burun eti) nedir?
Konka denilen yapılar burundan soluduğumuz havanın ısıtılıp nemlendirilmesini sağlayarak solunum fonksiyonu düzenlenmesinde aktif rol üstlenen organlardır.  Halk arasında konka yani burun eti yanlışlıkla geniz eti veya burun septumu ile (orta kemik) karıştırılmakta olup geniz eti hastalıkları daha çok çocukluk döneminde görülmekte iken konka hastalıkları sıklıkla çocukluk sonrası dönemde görülmeye başlanır.

Konkalar burun her iki tarafında sıklıkla 3 er adet bulunurlar ve burun içindeki konumlarına göre üst konka, orta konka ve alt konka olarak isimlendirilirler. Konkalar yumuşak doku ve kemik olarak iki kısımdan oluşmuşlardır ve hastalıkları genellikle bu iki kısımdaki büyüme ve/veya yapısal-gelişimsel anormallikler nedeniyle meydana gelmektedir. Klinikte üst konka rahatsızlıklarına hemen hiç rastlanmazken en sık olarak alt konka ve daha az olarak orta konka rahatsızlıkları gözlenir.

Konka hastalıkları ve sebepleri nelerdir?
Klinik olarak en sık karşılaşılan rahatsızlık konka hipertrofisi (büyüme) olup hemen her zaman alt konkada meydana gelmektedir. Alt konkadaki bu büyüme sıklıkla yumuşak doku kaynaklı olmakla beraber kemik büyümesi veya her iki yapının birden büyümesi şeklinde de olabilmektedir. Hangi yapıda büyüme olduğunun saptanması tedavi seçimi açısından önemlidir.
Alt konka hipertrofisi en sık olarak alerjisi olan kişilerde, septum deviasyonu (burun orta bölmesi eğriliği) bulunan kişilerde ve gebelik sırasında görülür.

Alerjik kişilerin burun dokularında bulunan enflamasyon (yangı) bu dokularda ödem, kanlanma ve hücre artışına neden olarak konka yumuşak dokusunda büyüme meydana getirir. Septum deviasyonu (burun orta bölmesi eğriliği) olan kişilerde, eğriliğin ters tarafındaki burun boşluğu daha geniş olduğundan, bu taraftaki konka bu genişliği daraltmak ve hassas solunum dinamiklerini korumak için büyüme gösterir. Buna “kompansatuar hipertrofi” (telafi edici, yerini doldurucu büyüme) adı verilir. Gebelerde hormonal değişikliklere bağlı olarak konkalarda ödem ve kanlanma miktarında artış meydana gelir ve konkada büyüme ortaya çıkar.

Orta konka ile ilgili olarak en sık karşılaşılan anormallik “konka bülloza” adı verilen konkanın kemik yapısının içinde hava olması durumudur. Burun içi sinüslerini oluşturan hava keseciklerinden birinin orta konka kemik yapısı içinde oluşması nedeniyle meydana gelir. Çok küçük ve önemsiz olabileceği gibi burun pasajını ileri derecede daraltacak seviyede büyük de olabilmektedirler. Orta konkanın ayrıca paradoks orta konka (ters eğimli orta konka) gibi doğuştan şekil anormallikleri mevcut olup kimi zaman klinik ve cerrahi önem taşırlar.

Konka Hastalıkları hangi şikayetlere neden olurlar?
Konka rahatsızlıkları kişide genellikle burun tıkanıklığına neden olur. Bu durum en sık olarak alt konka hipertrofisinde belirgindir. Orta konkayı ilgilendiren konka bülloza ise ileri derecede büyük olmadıkça çoğunlukla burun tıkanıklığına sebep olmayıp, sinüslerin açıldıkları delikleri daraltarak tekrarlayan sinüzitlere neden olabilirler. Bu yüzden de sıklıkla ileri tetkik için istenen sinüs tomografisinde saptanırlar. Aynı şekilde paradoks orta konka da sinüzit gelişimini kolaylaştırarak şikâyetlere sebep olabilir.

Konka hastalıklarına nasıl tanı konulur?
Alt konka hipertrofisinin tanısı için fizik muayene yeterli olmaktadır. Kimi zaman bu hipertrofi konka ön ucunda olmayıp arka uçta meydana gelmektedir. Bu yüzden hastalara endoskopik muayene yapılarak tüm konka yapısı görülmeye çalışılmalıdır.
Orta konka rahatsızlıkları kimi zaman fizik muayeneyle saptanabildiği gibi kesin tanı için çoğu zaman tomografi gerekli ve yeterli olmaktadır. Tomografi ayrıca hekime sinüslerin durumu ile ilgili bilgi vererek tedavi planlamasında yardımcı olur.

Konka hastalıklarının tedavisi nasıl yapılır?
Alt konka hipertrofilerinin tedavisi amacıyla günümüze kadar pek çok tedavi yöntemi tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları radyofrekans, argon plazma ile küçültme, krioterapi (dondurarak) ile küçültme, keserek çıkartma vb dir. Her yöntemin kendine ait avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Son yıllarda tüm çevreler tarafından kabul edilen görüş ise hangi yöntem seçilir ise seçilsin mutlaka yumuşak dokuyu döşeyen “mukoza” kısmına zarar vermekten kaçınılmasıdır. Dolayısıyla günümüzde cerrahi olarak kesip çıkartmak gibi mukozayı yok eden yöntemler hemen hiç uygulanmamaktadır. Daha sıklıkla mukoza altı dokuların ısıtılarak ve burada bir nedbe dokusu yaratılarak küçültülmesi işlemi uygulanmaktadır. Ayrıca konka kemik kısmında büyüme olması durumunda sadece kemik kısım çıkarılarak başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Alt konka hipertrofisi bulunan alerjik kişilerde kortizon türevi içeren burun spreyleri kullanılarak konka boyutunda ve hastanın şikâyetlerinde azalma sağlanabilmektedir.
Orta konka büyümeleri eğer hastada burun tıkanıklığı veya sinüzit gibi herhangi bir şikayete neden olmamış ise yoksa müdahale yapılması önerilmez. Ancak eğer bu büyüme burun tıkanıklığı ve/veya kronik sinüzite neden olduysa sıklıkla cerrahi müdahale gerekir. Konka büllozanın tedavisinde cerrahi olarak bir kısmını çıkartma veya ezerek küçültme yöntemi uygulanabilir.